“NO FUTURE” DİYE DİYE REKLAMCI OLDUK!

Başlamadan önce bizimle birlikte ”No Future” diyebileceğiniz Spotify listemizi şuraya iliştiriyoruz.

Ekran Alıntısı

Kendimizi keşfetmek için çıktığımız yolun başı ergenliğimizin ilk yıllarına tekabül eder. Bu dönemde varlığımızı kabul edilebilir kılmak için denediğimiz yollar genelde uç noktalarda dolanmak, sıra dışı olmak üzerine şekillenir. Dilimiz, zevklerimiz, dış görünüşümüz gibi hemen hemen her konuda, başta ailemiz sonra diğer herkesten ayrılmaya çalışırız. Burada insanlar ikiye ayrılır;  aykırılığı kişisel birikime ve üretime dönüştürebilenler ve kısa zaman sonra “normal” olmaya geri dönenler.

Toplumun her kesiminde değer üreten kesim birinci gruptur. Dolayısıyla bu yazı kendini bir şekilde birinci gruba ait hissedenler için anlam taşıyacaktır.

Ergenliğimize dönecek olursak, hepimizin geçirdiği ortalama bir süreç vardı. Hepimiz bir kıvılcımla aykırı olmaya başlamıştık. Benim kıvılcımım müzikti. Orta direk birçok Türk evinde olduğu gibi bizim evimizde de Türk Halk Müziği ve Orhan Gencebay çalardı. Kendimizi var etmemizin, fark edilebilir olmamızın ve kendimizi kabul ettirmemizin tek yolunun reddetmekten geçtiğine inandığımız bir dönemdeyken naif Anadolu türkülerimiz ya da sevgili ne yaparsa yapsın, nasıl biri olursa olsun her koşulda seven Orhan Baba bizim için doğru isimler değildi. Ancak şanslı bir nesildik. Dial up’la interneti keşfetmeye çalışırken saçlarına kar yağan büyüklerimize göre ADSL bizim için büyük kolaylıktı.

Evin içindeki müzik tekeline karşı çıkarak başlamıştık reddetmeye. İnternetin de bize verdiği yetkiye dayanarak, “We’re Not Gonna Take It! No! We ain’t gonna take it!” demiştik. Twisted Sister ile tanıştıktan sonra çok daha güçlü hissediyordum. Çünkü bu adamlar fönlü, sarışın ve makyajlılardı, deri tayt giymişlerdi ve birçok şeyi reddetmişlerdi, zaten ihtiyacımız olanı veriyorlardı bize. “I Wanna Rock” klibini izleyince “Evet ya, budur!” diye çıldırdığımı hatırlıyorum. Klibin başında bir öğretmen sınıfı, “Hayatınızla ne yapmayı düşünüyorsunuz, neyiniz var sizin böyle? Kendinize çeki düzen verin.” diye azarlıyor. Sahi hayatımızla ne yapmak istiyorduk biz? Yine klibin devamı bize ışık olan kısım… Öğrencilerden biri dayanamaz ve ayağa kalkıp bağırır, “I Wanna Rock”. Evet biz gerçekten de sadece Rock istiyorduk. Rock sadece bir müzik türü değildi. Toplumumuzun şizofrenilerinden biri olan Satanizm de değildi. Biz sadece sizden olmamayı istiyorduk aslında. Biz bir şey olmamak istiyorduk. En azından sizin bizden beklediğiniz hiçbir şey olmayacaktık! Yine Pink Floyd’un bize öğrettiği gibi, duvarlarınızdaki tuğlalardan biri olmayacaktık.

Ne olmayacağımızı kesinlikle bilmemize rağmen yıllar geçiyordu ve bir şeyler olmamız gerekiyordu. Şansımızı deniyorduk biz de. Sex Pistols bize “No Future!” demişti, biz de öyle diyorduk ve aynı Sex Pistols bizi çekici bir “öteki” olmaya teşvik ediyordu. Ancak punkçı bir anarşist olmak için satın almamız gereken kıyafetler vardı. Anarşist olmamız bir hayli maliyetliydi. Manevi boyutu ise şuydu, çekici bir öteki olarak bir şey olabilirdik evet. Ama bir şey olup diğer her şeye sırt dönmek bizi basitleştirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Green Day ise televizyonun aptallaştırdığı, medyanın tüm toplumu şekillendirdiği bir “American Idiot” olmamızı istemiyordu, biz de olma niyetinde değildik zaten. Ama bunu bize MTV üzerinden söylüyordu.

Çelişkiler baş gösteriyordu ve reddederek varoluşumuzu sürdürmemiz için bu bir engeldi. Sisteme verebileceğimiz en büyük zararın bir ağacın gölgesinde uyuklamak olduğunu fark ettik. Çünkü sistem dediğimiz şey öyle bir şeydi ki, reddedişimizi bile şablonlarla satıyordu bize. Alice in Chains bizi uyandırdı ve bize, “Kutudaki adam” olduğumuz gerçeğini buz gibi bir suyu suratımıza çarpar gibi gösterdi. Kutular; içine hapsedildiğimiz, görünmez sınırlara sahip, kafamızı dışarı uzattığımızda acımasız bir sopa darbesiyle geriye itildiğimiz yaşam alanlarımız, dünyalarımızdı. Hayatlarımız ise sürekli yeni yol ayrımlarıyla doluydu. Bir şey olmamızın zamanı gelmişti. Peki her şeyin bu kadar farkındayken reddedişten vazgeçip kutularımıza razı mı olacaktık? Yoksa elimizden gelen tek şey olan reddedişi bir üretime mi çevirmeyi seçecektik?

İçsel çatışmalarımız, diyalektiğin en işlevsel örnekleri olmuştur hep. Bu yol ayrımında da içinden çıkmaya bir şekilde gücümüzün yetmeyeceği bir durum vardı. Ancak farkındalık kozumuz hala cebimizdeydi, baş edemeyeceğimiz sistemin içine girecek ve çekilebilir yaşamlar hazırlayacaktık… Hem kendimize hem de diğerlerine…

Bu yol ayrımı bir yönden de vazgeçiş olmaktan çıkıyor. Çünkü kutudan çıkmayı kendi kutumuzu güzelleştirmek için seçmiştik. Bütün aykırılığımız, reddedişimiz en / taa başta bizi ayırmıştı zaten “normal” olanlardan. Tüketmek için üretecektik. Tüm iç çatışmalarımıza rağmen yeniden ürettiğimiz her değer vicdan muhasebemizde bizi karlı konuma getirecek girdiler sağlıyordu.

Radikal playlistlerimizi yumuşattık. Ne Sex Pistols’dan vazgeçtik ne de Orhan Baba’dan.

Madem bir ağacın gölgesinde uyuya kalamıyorduk, biz de aynı gölgede yazıp çizmeyi tercih ettik.

Sektöre yönelik bir internet yasası neden yok?

Nette dolaşırken rastgele karşıma çıkan “…sen de başvur” cümlesi, bugün bu yazıyı yazmama sebep oldu. Geçtiğimiz salı, Ankara’da düzenlenen; yerel basının dijitale dönüşümü, yerel basının sorunları, yeni internet yasasının içeriği ve daha birçok konuyu konuştuğumuz çalıştaya katıldım. Çok keyif aldığım ve çok kıymetli insanlarla tanıştığım bir etkinlikti benim için. Alt satırlarda size projenin içeriğinden ve amaçlarından bahsedeceğim.

IMG_0395

Gençlerin Katılımıyla Yazılı Basının Dijitale Dönüşümü ve İnternet Yasası Projesi

Proje Hakkında

Erasmus+ ve Basın İlan Kurumu’nun birlikte oluşturduğu projenin amacı özetle, hızlı dijitalleşme dolayısıyla internet ortamına taşınan yazılı basının uyum problemlerini çözmek ve internet haberciliğine dair en doğru yasal çalışma önerisini sunmak. Bu doğrultuda proje ekibi 7 bölgede 7 ayrı çalıştay düzenleyerek geçlerle yuvarlak masa toplantıları yapıyor. Masalarda yerel basının temel problemlerinin neler olduğu, içerik, etik ve internet yasası hakkında konuşuluyor. Çıkan sonuçları, konuşma esnasında, proje ekibinden görevli arkadaşlar not alırken son oturumda, yeni yasaya dair yapılması öngörülen değişiklik ve yenilikleri katılımcılar bireysel olarak çalışma formuna yazıyorlar.  Böylece tüm çalıştaylar tamamlandıktan sonra proje ekibinin elinde gençlerin yeni yasaya dair fikirlerini içeren geniş bir rapor kaynağı olacak.

Çalıştayların ardından Kocaeli’de düzenlenecek Ana Yapısal Diyalog Forumu’nda 2 gün boyunca 7 bölgeden toplanan fikir çalışmaları son halini alacak. Ortaya çıkan rapor ise konuyla ilgili tüm resmi kurumlara gönderilecek. Amacına ulaşırsa çok verimli bir çalışma olacağı aşikar. Bu çalışmanın bir parçası olmak ise gurur verici. 😊

IMG_0601

Ankara Çalıştayı

Devlet internet gazetecisini tanımıyor…

O kadar önemli ve problemli bir alandı ki konuştuğumuz, herkesin söyleyecek çok sözü varmış. Yerel basın muhabirlerinin yaralarını, basın yayın öğrencilerinin korkularını, hukukçuların rasyonel yaklaşımlarını ve iletişimcilerin konuya dair analizlerini tartıştık. Uzun uzun olmasın, siz de sıkılmayı diye maddeler halinde bahsetmek istiyorum konu başlıklarından…

*Sektöre yönelik bir internet yasası neden yok?

*Neden devlet internet gazetecisini tanımıyor?

*İnternet gazetesi reklam ve ilanları nasıl alabilir?

*İnternet gazetecisi kimdir? İnternet gazetecisinin tanımı, istihdamı, niteliği ve üretkenliği, eğitimi nasıl olmalıdır?

*Neden özgün içerik eksikliği yaşıyoruz?

*Muhabir maddi tatminini yaşarsa ortaya nitelikli işler çıkarabilir mi?

*Bilgi, beceri ve donanım çerçevesinde internet gazetecisinin etik duruşu nasıl olmalı?

*Medya okuryazarlığı dersine neden önem verilmiyor, iletişim öğrencilerinin bu anlamdaki değeri neden görmezden geliniyor?

*İnternet gazeteciliğinde yalan haberlere karşı maddi yaptırımlar neler olmalı?

*teyit.org, dogrulukpayı.com

*Dijital habercilikte bir bilişim uzmanı neden gereklidir?

*Tüm bu konularda (Basın-İş Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti) sendikaların rolü ne olmalıdır, şu anki faaliyetleri nelerdir?

Tüm bu konular hakkında gün boyunca konuştuk. Elbette tek bir gün bütün bu sorulara cevap aramak için yeterli değildi. Mümkün olsa günlerce konuşabilirdik, herkesin ortak fikriydi bu.Kısaca, ortaya çıkacak raporu merakla bekliyoruz…

Proje sonunda somut değişikliler elde etmek dileğiyle…

Çalıştay’ın haberine link‘ten ulaşabilirsiniz.

“DÜŞÜNCE SEVGİSİNİN EKSİKLİĞİNDEN MUZDARİPİM”

Yaklaşık 30 saniye kadar süren dolu yağışı altında, koşar adımlarla, yüzümüzde bir  tebessümle Adımlar Kitapevi’ne vardık. Konumuz Tanıl Bora’nın yeni çıkan kitabı Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler’di. Kitap hakkında söyleşi yapmak üzere Tanıl Bora’nın Eskişehir’e teşrifleri söz konusuydu. Tabii biz de salondaki yerimizi aldık.

Bora konuşmasının bir yerinde, Türkçe’deki “düşünce” kelimesinin Farsça’daki kökdeşinin “endişe” olduğundan bahsetti. Biz ise endişeyi daha çok kaygı, dert anlamında kullanıyoruz dedi. Bu iki farklı dilin kelimeleri arasındaki akrabalığın bize ifade ettiği şey; düşünmek, düşünmeyi önemsemek, bir meseleyi dert etmek… Düşünmek aynı zamanda dert etmektir, yani dünya meselesi, memleket meselesi, insan meselesi ile meşgul olmak…

Biz de Tanıl Bora’yı dinlerken, büyük emek harcadığı, beş yılda ortaya çıkan, 926 sayfalık kitabında neleri dert edindiğini öğrendik. Şimdi sizlere Tanıl Bora’dan alıntılayarak o dertleri aktarmaya çalışacağım. Buyrun serüvene…

IMG_4785

Düşünce Sevgisi

Sözlerine, kitabında,  siyasi düşüncelere ve ideolojilere nasıl bakmak gerektiğini anlatmaya çalıştığını söyleyerek başlayan Bora, kendi deyimiyle mahalli bir soruyla devam etti.

“…Türkiye’de düşünce hayatı deyince, siyasi fikirler, ideolojiler deyince Eskişehirli ya da bir şekilde Eskişehir’le özdeşleşmiş düşünce insanı kim var?

Dinleyiciler: Cem Kaplanoğlu, Atasoy Müftüoğlu

Tanıl Bora: Benim aklıma Atasoy Müftüoğlu ve Mümtaz Zeytinoğlu geliyor.

Müftüoğlu,Türkiye’de İslamcı düşünceyi hala yazan çizen çok özgün ve müstakil bir şahsiyettir. Kendi yolundan giden ilginç ve özgün bir şahsiyettir.

Mümtaz Zeytinoğlu, 1970’lerde Türkiye’de CHP’nin, ortanın solundan sosyal demokrasiye yöneldiği ve sahiden sosyal demokrat olmaya gayret ettiği dönemde, o fikriyatın önde gelen düşünürlerinden biriydi. Çok erken yaşta trafik kazasında öldü. Bugün pek çoğunuz adını bile duymamışsınızdır.

Bir de milli mücadele döneminde Eskişehir’de, bir fikir adamı değil ama o dönemdeki Anadolu komünistlerinin bir yayın organı vardı, o da ilginçtir.

Bu mahalli bağlantıyı niçin kurdum, niçin buradan başladım; sadece yerel dinleyicinin sempatisine hitap etmek ve yerlilikle bağı kaşımak, okşamak için değil, şunun içindi de; mesela ben hayal ederim ki Eskişehir’de yaşayan insanlar, buradan çıkmış ve burada durarak fikriyatını geliştirmiş olan insanları daha çok bilsin. Bu pek böyle olmuyor. Türkiye’de düşünce ve edebiyat dünyasında eser vermiş, fikir geliştirmiş, şu veya bu istikamette, şu veya bu ideoloji doğrultusunda, insanların çok kadrinin bilindiğini, çok önemsendiğini söyleyemeyiz.

Türkiye’de düşünce insanına çok fazla hürmet ve muhabbet beslemiyoruz. Düşünce sevgisinin eksikliği olarak tanımlayabileceğim bir dertten muzdaripim. Bu kitapla uğraşma saiklerimden başlıcası buydu; Düşünce sevgisi.

Bununla neyi kastediyorum?

Felsefede hakikat sevgisi vardır, ona yakın bir anlamı var düşünce sevgisinin. Kuşkusuz düşünen insana saygı kastettiğim, düşünce eylemine saygı. Burada tavırlarımız, fikirlerimiz bizi mesafelendirebilir. Bütün düşünce insanlarına aynı sevgiyi duymayabiliriz ama bizzat düşünce eyleminin kendisine önem vermenin, hakikat sevgisinin  bir parçası olmanın, düşünceyi sevmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum ve bu muhabbetten bir hayli mahrum olduğumuzu düşünüyorum.”

Hakkaniyet…

Kitapta derin düşünceden ziyade gündelik hayata karışmış böylelikle hayatlarımıza da yön veren “düşüncenin bir çökertisi olan” ideolojiler yer alıyor. Genç Osmanlı Zihniyet Dünyası ile başlayan kitap Kürt Ulusal Hareketi ile son buluyor. Tabii bu aralıkta Sosyalizm’den Feminizm’e, Kemalizm’den Muhafazakarlık’a kadar geniş bir yelpaze var. Bu türlü geniş bir eseri yaratırken özenle üzerinde durduğu temel faktörün “hakkaniyet” olduğunu söylüyor sevgili Tanıl Bora, tarafsız olamayız ama hakkaniyetli olabiliriz diyerek kitabını oluştururken sol bakış açısıyla yorumladığını aktarıyor.

Kendi cümlelerinden okuyalım.

“…Kitabın alt başlığı Türkiye’de siyasi düşünceler değil, siyasi ideolojiler. Kitapta düşünce insanlarının, düşünsel faaliyetin bir muhasebesini yapmaya çalıştım ama alt başlığı ideolojiler olarak tanımladım çünkü sadece, düşünce ismini takmaya yatkın olduğumuz daha tutarlı, gelişkin, daha soyut, felsefi boyut içeren, daha derin, sistematik fikirleri kastetmiyorum. Daha harcıalem diyebileceğimiz, sıradan ideolojilerde soluk alan, günlük tavırlara ve yönelimlere damgasını vuran, sloganlarda ifadesini bulan, edebiyata sızan, ideoloji olduğu düşünülmeksizin yapıp ettiklerimize ve söylediklerimize sızan malzemeyi de ele almaya çalışıyorum. Hem saygın ve sol anlamında düşünceyi hem de o düşüncenin  gündelik hayata sızmış bir tortusu olarak düşünebileceğimiz ideolojiyi ele almaya çalışıyorum.

Şunu da yapmaya çalıştım buna bağlı olarak, kenarda köşede kalmış, çok etkili olmamış olabilir, arkasından kitleleri sürüklememiş olabilir, çok meşur olmamış olabilir, kendi uzletinde kaynayıp gitmiş olabilir, ben olabildiğince bu düşünsel üretim bakımından ortaya bir şey koymuş, bunda sebat etmiş, buna çabalamış insanları zikretmeye ve içermeye çalıştım. Olabildiğince hakkaniyetli bir şekilde yer vermeye çalıştım…”

 IMG_4781

Ne Diyo?

Tanıl Bora’ya göre, hem kendi eseri için hem de genel olarak dikkat etmemiz gereken bir başka nokta, düşüncelere sadece konumlandırma yaklaşımı ile bakmanın bir eksiklik olduğu. Bir fikri konumlandırmak yani o fikre bir isim koymak ve sınıflandırmak bize yetmemeli, asıl meselemiz “Ne diyo?” sorusuna cevap aramak olmalı… 

“…Bir de şuna gayret etmek gerektiğini düşünüyorum. Sadece böyle bir çalışmada değil genel olarak meselemiz sadece konumlandırmak olmamalı. Bir fikri, bir akımı, bir savı, bir tezi bir argümanı sadece konumlandırmak olmamalı. Kim bu ve ne bu? Bunu nereye oturtacağız? Hangi mahalleden, hangi aileden, hangi siyasi familyadan? Bunu tanımlamak bize çoğu kez yetiyor, bu gözle bakıyoruz, bu elekten geçirmek ve bir konuma atfetmek üzere bakıyoruz. Bu da önemsiz değildir. Bunun da bir anlamı vardır kuşkusuz. Kimi kritik anlar vardır, kimi tarihsel dönemeçler vardır ki en çok bunlara bakılır, kim nerede yer almış, kim nerede konumlanmış, tabii ki önemlidir ama ben en az onun kadar “Ne diyo?” ya bakmak gerektiğini düşünüyorum.

Genel olarak bizim de (bizden kastedilen Türkiye’de okuma yazma ile uğraşan, günlük siyaset konuşan insanlar) “Ne Diyo?”ya bakmadığımızı düşünüyorum ve biraz kitabımda bunu yapmaya ve buna çağırmaya çalıştım çünkü bütün akımların, bütün düşünce insanlarının, farklı alanlarda, farklı konularda, farklı sözleri vardır. Tıpkı eserle insan arasında yapmamız gereken ve çoğu kez yapamadığımız ayrım gibi. Bir şahsiyet ahlaki tutumu, siyasi tercihi ile makbul birisi olmayabilir ya da bir şekilde ondan haz etmezsiniz fakat eserinde, edebi eserinde, romanında, hikayesinde ya da fikren söylediklerinde anlamlı bir şey yine de bulabilirsiniz. İkisini ayırt etmek zor olabilir ama bunu ayırt etmek gerektiğini düşünüyorum. Olabildiğince düşünsel üretimi olan eserle, savla, şahsiyeti ayırt etmek gerek. Bunun da genel olarak bizim kamuoyumuzda önemli bir problem olduğunu düşünüyorum. Biraz da bununla uğraşmaya çalıştım. Türkiye’deki hemen hemen bütün siyasi akımları ele almaya çalışmak, hepsine bakmaya çalışmak hepsinin bir muhasebesini yapmaya çalışmak, bu arayışla, bu kaygıyla alakalı bir şey…”

Beynelmilel Olamamak

“…Türkiye’deki siyasi düşüncenin ve ideolojilerin evrenselliği ile ilgili de bir tartışma yapılabilir. Şuradan hareketle düşünüyorum bunu, jeopolitik ve jeostratejik lisanla bakıldığında Türkiye orta büyüklükte bir ülke. Uzun bir tarihsel geçmişi olan, bereketli ve potansiyelli bir ülke ve biliyoruz ki hercümerçin çok olduğu, hep kaynayan, çok kaynayan bir ülke, çok hızlı ve büyük değişimler geçiren ve geçirmeye devam eden bir ülke. Dolayısıyla herhangi bir sosyal teori bakış açısından (sosyolojinin, antropolojinin, düşünce tarihinin vb.) baktığınızda mahsulü bol olması gereken bir ülke. Oysa beynelmilel bir düşünce ve sosyal teori alemine baktığımızda, bir bereket görmüyorsunuz. Mesela, belli başlı siyasi düşünce akımları açısından dünya çapında etkili olmuş, etkisi Türkiye’den taşmış düşünce insanı pek söyleyemiyoruz. Örnek olarak uzun süreli bir iktidar olduğunu düşündüğünüz, uzun süreli bir İslamiyet geçmişi olduğunu düşündüğünüz Türkiye’de  İslami düşünce açısından, dünya çapında, bölge çapında etkili bir düşünür, bir ideolog yok. Aksini iddia etmek zor. Necip Fazıl’ı sadece Türkiye biliyor. İslamcılık en olması beklenebilecek akım diye düşündüğüm için bu örneği verdim, başka akımlardan da yok.

Bu da bizi düşündürmeli, bunun nedeni ne olabilir?

Ben bu soruya sesli düşünerek bir şeyler söyleyebiliyorum. Düşüncenin araçsallaştırılmasıyla ilgili basıncın çok yüksek olması gibi bir yerle bağlantı kurabilirim. Oportünist denebilecek kadar salt faydacı, salt kullanım için, hani kullan at maiyetinde, o derecede araçsallaştırılmış bir düşünce derinleşemez kuşkusuz. Bununla malul olabilir siyasal kültürümüz.

Özellikle de sürekli bir aciliyet kaygısının olduğu, mutlaka halledilmesi gereken bir varlık yokluk duygusunun siyasete ve toplumsal kültüre hakim olduğu bir gelenekte, bir vasatta düşüncenin kendi içinde derinleşememesi salt araçsal salt faydacı bir yüzeysellikte kalması gibi bir problemimiz olabilir. Bu sözünü ettiğim göreli kısırlığın bir açıklaması da bu olabilir.

Bir başka neden şu olabilir, Türkiye merkezli, Türk merkezli bir fikri bir siyaseti öne çıkarmak hem egosantirizm, hem de her şeyi Türkiye’den ibaret düşünmeye bir yatkınlık. Türkiye’nin birlikte yoğrulduğu, içinde olduğu bir dünyadan ziyade “Türkiye ve dışarısı” imgesinin kabulünün olağanüstü güçlü olması. Bunun da sözünü ettiğim karakteristikte bir etkisi olabileceğini düşünüyorum…”

17270956_1432353036795970_780765687_n

Naçizane…

Tanıl Bora Cereyanlar’ı ne maksatla okuyucuya sunduğunu açıklarken düşünme ve endişe arasındaki bağlantı ile başlamıştı konuşmasına. Bu doğrultuda dert edindiği toplumsal meseleleri dinleme fırsatı bulduk kendisinden. Kısaca Bora, düşünce sevgisinin eksikliğinden ve bu sebeple düşünen insana çok değer verilmediğinden, bunun da anlamak, anlaşılmak, düşünceyi derinleştirerek konusunda topluma ciddi anlamda ket vurduğundan bahsetti. Düşünce sevgisinin onu bu kitabı yazmaya yönlendiren ilk sebep olduğunu söylüyor. Ardından hakkaniyet kavramına vurgu yapan Bora, tarafsız değil ama her fikir için her düşünce için ve bu fikirlerin sahipleri için hakkaniyetli davranarak manipülasyon yapmadan, olanı olduğu gibi yansıtmak gayretiyle çalıştığını vurguluyor ve okuyucularına da bunu salık veriyor.

Onu bu kitabı yazmak için güdüleyen bir başka faktör ise “Ne diyo?” sorusu. Onun tabiriyle ülkenin okuma yazma ile uğraşan insanlarının bir düşünceye karşı “Ne diyo?” sorusunu sormak yerine, “Kim diyo, hangi perspektiften diyo?” sorularını sorarak asıl soruyu es geçtiklerini vurguluyor. Son sorduğu soru ise “Neden evrensel olamıyoruz?” Bu soruya bütün salon olarak cevap aradık.

En son umut ettik ve hayra dokunarak bitirdik söyleşiyi…

Umuda dokunmak dileğiyle…

Sosyalmedyalılaşamayanlardan mısın? Beri gel!

Sosyal medyada aktif olmanın faydaları, sosyal medyada popüler olmak için gerekenler, sosyal medya tüyoları vb. o kadar çok başlık var ki, bu yazı da onlardan biri olarak havuzda yerini alacak. 😉 Sosyal medyayı meslek edinmiş aynı zamanda özel hayatının da bir parçası haline getirmiş kişiler olarak amacımız sizi bu konu hakkında biraz daha “farkında” yapmak. Özellikle ticari anlamda sosyal medyadan faydalanmak isteyen okurları böyle alalım… Hadi başlayalım…

SOSYAL MEDYA PROFİLLERİ

Avatar

Bunu bilmeyenimiz yok artık ama yine de söyleyeyim, sosyal medyada kullandığınız avatarınız karşı tarafa ilettiğiniz ilk mesajı içeriyor. Nelerden hoşlandığımız, nasıl bir karaktere sahip olduğumuz, ideolojilerimiz sadece profil fotoğrafımızdan anlaşılabilir. Bu yüzden avatarınızı seçerken çok dikkatli olmanız gerekiyor. ‘Kime, nasıl bir mesaj vermek istiyoruz?’ bunu hesaba katarak seçim yapmak lazım ve kesinlikle profilinizde kendi fotoğrafınızı kullanmalısınız. Çocuğunuzu, köpeğinizi, sevdiğiniz bir çiçek fotoğrafını ya da herhangi bir ünlüyü profil fotoğrafı yapmak ilk adımı yanlış atmak demek olur.

Ayrıca Sosyal Medya Sanatı yazarlarından Guy Kawasaki kullandığınız tüm mecralarda (Facebook, Instagram, Linkedin, Goggle+, Twitter…) aynı avatarı kullanmanızı öneriyor. Bu sizi tutarlı yapacak ve sizi arayan birinin kolayca bulmasını sağlayacak diyor Kawasaki. Bence de öyle. 😉

Kapak

Kapak fotoğrafınız ise en eğlenceli ve yaratıcı bölümlerden biri, kişisel sayfanız için düşündüğümüzde ailenize, hobilerinize, hayata bakış açınıza dair bir çok bilgiyi kapak fotoğrafınızda yansıtabilirsiniz. İstediğiniz zaman değiştirebilir, güncel hareketli bir profil elde edebilirsiniz.

Ticari bir sayfanız var ve o sayfa için bir kapak fotoğrafı seçecekseniz ya da tasarlayacaksanız bu, firmanızın vizyonunu ve misyonunu içermelidir. Bu mesajı tek bir sloganla verebileceğiniz gibi, doğru seçilmiş bir fotoğraf ya da görselle de verebilirsiniz.  Tabii profil fotoğrafınızla uyumlu bir kapak oluşturmanızda fayda var.

Profil Bilgileri

Profil bilgileri önemlidir. Artık her firma işe alacağı elemanın sosyal medya hesaplarını ziyaret ediyor, herkes yeni tanıştığı bir insan hakkında detaylı bilgi almak için hemen Facebook ve Instagram hesaplarını kurcalıyor. Kısa süre içerisinde karşısındaki insan hakkında bir izlenim ediniyor. Ediniyoruz. Bu sebeplerden dolayı sosyal medya profillerimizi birer CV gibi kullanabiliriz. Linkedin zaten sadece bu sebeple var olmuş bir platform. Eğer Linkedin hesabınız yoksa mutlaka olsun, ayrıca firmanız için de bir Linkedin (yaptığınız işe göre değişebilir) hesabı açmak sizin için bir adım önde olmak demek çünkü Linkedin diğer mecralar arasında en güvenilir ve doğru kaynağın yer aldığı sosyal mecra olarak biliniyor.

İçerik Yaratmak ya da Yeniden Paylaşmak

Bir sayfaya ya da kişisel bir profile girdik, isim, profil fotoğrafı ve kapak fotoğrafı bizi karşıladı. Birkaç saniye içinde ilk izlenimi edindik ve sonraki adımımız olan  zaman tüneline geçtik.

Ne paylaşmalıyız, illa bir şey paylaşmalı mıyız, kendimiz mi üretmeliyiz paylaşımlarımızı yoksa üretilmiş içerikleri yeniden mi paylaşmalıyız?

Kişisel bir sayfada takip edilen, aktif bir kullanıcı olmaksa amacınız, farklı, güncel, bilgi veren, sorumluk duygusuna sahip olduğunuzu gösteren, entelektüel birikiminizden izler taşıyan paylaşımlar sizi amacınıza yaklaştıracaktır. Bu içerikleri kendiniz üretebileceğiniz gibi farklı paylaşımları düzenleyip kaynak göstererek yeniden paylaşabilirisiniz.

Amacınız ticari faaliyetlerinizi artırmaksa eğer tüm paylaşımlarınızın size ait olmasında yarar var. Paylaşacağınız görseli ve metinleri kendiniz oluşturduğunuzda hem özgün ve yaratıcı içeriklere sahip olabilir hem de yeniden paylaşma sebebiyle karşılaşacağınız telif hakkı problemlerinden kurtulursunuz. Ayrıca firmanıza ait bir blog aracılığıyla oluşturduğunuz metinleri sayfanızda paylaşarak görünürlüğünüzü artırabilirsiniz. Blogda yer alan içeriklerde kendi işinize dair bilglilerin yer alması müşterinin size güvenmesini sağlayacak ve alanınıza hakim olduğunuza dair bir izlenim verecektir. Ayrıca alan dışında yazılar paylaşarak da takipçilerin dikkatini çekebilir, blogunuzu renkli ve eğlenceli bir konuma taşıyabilirsiniz.

Tabii özel günleri atlamamak lazım.  Hem kişisel hesaplarda hem de ticari sayfalarda özel günlere dair paylaşımlarda bulunmak gönderi etkileşimlerini artırabileceği gibi, insanlarda sizinle ilgili olumlu izlenim bırakacaktır. Cumhuriyet Bayramı, Kadınlar Günü, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 1 Mayıs İşçi Bayramı, Kurban ve Ramazan Bayramları gibi günler kutlanmaya değer ve birçok insan tarafından benimsenen günlerdir. Sizin ve firmanızın bu türlü günlerde paylaşımda bulunması hem ticari faaliyetleriniz için hem de takipçi kazanmak için atılacak güzel bir adım olabilir.

Öne Çıkarma – Sosyal Medya Reklamları

Bu bölüm ticari faaliyetleriniz için elzemdir. Özellikle kendinize ait bir paylaşımı öne çıkarmak ya da doğrudan sayfanızı öne çıkarmak sizi belirlediğiniz hedef kitleye ulaşma konusunda hızlandırır. Kendi belirlediğiniz bütçelerle kendi belirlediğiniz günlerde reklam vermek hem size yeni takipçiler kazandıracak hem de sayfanızdaki etkileşimi artıracaktır. Eğer internet üzerinden bir ürün satışı yapmaktaysanız satışlarınızda da artış olma ihtimali yüksektir.

Hedef Kitle

Yukarıda anlattığım tüm bilgilerin odak noktası aslında hedef kitledir. Profil fotoğrafı seçerken, kapak fotoğrafı seçerken paylaşım planınızı ve öne çıkarma planınızı yaparken, metin yazarken, görsel tasarlarken ya da bulurken dikkat etmeniz gereken en önemli konu hedef kitledir. Kimin için paylaşım yapıyorum ve ne tepki vermesini istiyorum? Bu sorulara cevap verdikten sonra harekete geçmek lehinize olacaktır.

Okur: “PEKİ BUNCA İŞİ BEN Mİ YAPMALIYIM?”

Eğer ticari bir firmaysanız profesyonel bir sosyal medya sayfanız olmalı, profil fotoğrafından başlayarak var olmak istediğiniz tüm mecralarda sizi tutarlı bir şekilde tanıtacak sayfalar için yukarıda verdiğimiz yöntemleri kullanabilirsiniz. Sadece bu yazıya bağlı kalmayıp bu konuda yazılmış kitap ve diğer yazıları okuyabilirsiniz. Bu size sosyal medya konusunda farkındalık kazandıracaktır. Tüm bunlara ayıracak zamanım yok ama yine de profesyonel sayfalar istiyorum derseniz bu konuda reklam ajansları yardımınıza koşacaktır. Sizin için metin yazarlığı ve blog yazarlığı yapabilirler, etkileyici görseller, gifler ve videolar hazırlayabilirler. Coca – Cola’nın Pazarlama Müdürü Sergio Zyman’ın dediği gibi “SİZ ZATEN NE SÖYLEMEK İSTEDİĞİNİZİ BİLİYORSUNUZ AJANS DESTEĞİ BUNU NASIL SÖYLEYECEĞİNİZ KONUSUNDA SİZE YARDIMCI OLUR.”

Sağlıcakla kalın! 😉

Benim yararlandığım kaynaklardan birkaçını ekliyorum, belki faydalanmak istersiniz, iyi okumalar…

Ann Handley & C.C. Chapman – Digital Çağda İçerik Yönetiminin Kuralları

Guy Kawasaki & Peg Fitzpatrick – Sosyal Medya Sanatı

Sergio Zyman – Bildiğimiz Pazarlamanın Sonu

Tabii ki Instagram Eksik Kalmayacaktı!

Instagram’a  gelecek olan “Canlı Yayın” özeliği ilk olarak kasım ayında duyurulmuş ve yine sınırlı sayıda ülkede kullanıma sunulmuştu. Instagram istediği verimi almış olmalı çünkü artık bu özellik tüm dünyada kullanıma açılmış durumda. Instagram’ın resmi blogundan yaptığı açıklamaya göre bu özellik önümüzdeki haftadan itibaren aktif olarak tüm dünyada kullanılmaya başlayacak.

Peki, Nasıl Yapacaksınız Canlı Yayını?

Canlı Yayınlara uygulamanın “Hikayeler” kısmından ulaşabilirsiniz. Hikayeler kısmının diğer özelliklerinin (Normal, Boomerang ve Eller Serbest) en solunda yer alan bu yeni özelliğe tıklayarak canlı yayınınızı yapmaya başlayabilirsiniz.

screenshot_2017-01-25-19-24-13

Ama canlı yayın özelliğini kullanabilmeniz için Instagram’ın güncellenmiş üst versiyonlarına ihtiyacınız olacak. Daha önce SnapChat, Periscope ve Facebook gibi uygulamalarda da karşımıza çıkan bu özellik Instagram’da böylece yerini almış olacak ama Intagram canlı yayınlarınızı kaydetmeyecek, dolayısıyla tekrar izleme imkanı sunulmayacak. Hikayeler’in 150 milyomu aşkın kullanıcı tarafından aktif bir şekilde kullanıldığı biliniyor ve aynı rakamlara canlı yayınlarla da ulaşılması varsayılıyor.

Snapchat’ten Beklenen Değişiklik Sonunda Geliyor!

Snapchat’in kullanım/kullanıcı deneyimi açısından sahip olduğu hem olumlu hem olumsuz bazı özellikler vardı. Diğer mobil uygulamalardan daha basit ve sade bir tasarıma yönelik bu özellik kimi kullanıcılara farklı, sade ve hoş gelse de kimi kullanıcılara da özensiz, karışık ve yetersiz geliyordu. Vereceğimiz bu haber son bahsettiğimiz kullanıcıları sevindirecek gibi görünüyor.

Çünkü Snapchat uygulamada büyük bir tasarım değişikliği yapıyor. Yeni tasarımla birlikte herkesin aşina olduğu bir özellik, evrensel arama çubuğu, Snapchat uygulamasının en tepesine yerleşiyor. Bu, gerek bireysel kullanıcılar gerek markalar gerekse işletmeler için iyi haber.

snapchat-yeni-tasarim-1

Snapchat’in Android’deki kullanıcılarının bir bölümünün görmeye başladığı yeni tasarım kısa sürede tüm kullanıcılara sunulmaya başlanacak. Yeni tasarımın anahtar kelimelerinden biri “hız” yani kullanıcıların Snapchat içeriğine çok daha kolay bir şekilde erişmesi. Bunun için Hızlı Sohbet bölümünü ana ekrana getiren Snapchat, sıklıkla yazıştığınız kişileri öne çıkarıyor; gruplarınızı gösteriyor ve yeni eklediğiniz arkadaşlarınızı listeliyor.

Snapchat yeni tasarımıyla birlikte Our Story özelliğini, özel gün ve mekanlarla sınırlamaktan da vazgeçiyor ve bunun yerine dileyen herkesin dilediği yerden Our Story özelliğine istediği Snap’i göndermesinin önünü açıyor. Arama çubuğundan Our Story bölümüne hızlı erişim de sağlanıyor.

snapchat4

Instagram’dan Hikayeler için Reklam Atağı

İstatistiklere göre Instagram kullanan insanların yüzde 70’i bir işletmeyi takip ediyor ve platformda en çok izlenen hikayelerin üçte biri işletmelerin paylaştığı hikayeler. Hikayelerin yaklaşık yüzde 70’i sesli bir şekilde izlenirken, yüzde 25’i Boomerang videolarından oluşuyor.

Facebook’un Ağustos 2016’da kullanıma açtığı Instagram Hikayeleri günde 150 milyonun üzerinde insan tarafından kullanılıyor. Her 5 hikayeden birinin izleyicilerden direkt mesaj aldığını duyuran Facebook, Instagram için ‘Instagram Hikaye İstatistikleri’ ve ‘Instagram Hikaye Reklamları’ adıyla iki yeni araç sundu.

Hikaye İstatistikleri: Global olarak kullanıma sunulan Hikaye İstatistikleri sayesinde Instagram’da işletme profili bulunan işletmeler her hikaye için erişim, etkileşim, yanıtlar ve görüntülenme rakamları gibi verileri görüntüleyebilecek. Bu istatistikleri görüntüleyerek, hedef kitlelerine daha uygun, onlar için daha anlamlı içerikler oluşturabilecek.

Hikaye Reklamları: Instagram aynı zamanda Hikayeler’de tam ekran reklamları da test etmeye başlıyor. Hedefleme, erişim ve ölçümleme gibi özelliklere sahip olacak olan reklamlar ile işletmeler, hikayeleri izleyen insanların ilgi alanlarına uygun içerikler oluşturabilecek. Hikayelerin yaklaşık yüzde 70’inin sesli izlendiği göz önünde bulundurulduğunda, kapsayıcı, tam ekran reklamlar insanların daha önce deneyimlemediği bir yakınlık sağlıyor.

Türkiye’den ilk Akbank kullandı

Instagram’ın Hikaye Reklamları’nı dünya genelinde test ettiği firmalar arasında Türkiye’de Akbank da yer aldı. Yapılan açıklamaya göre Akbank, Instagram Hikayeler reklamlarının beta sürümünde yer alan tek Türk markası oldu.

 

İnsan Tanrının Aşure Denemesidir!

 

Dürüst olalım mı? Çok acayip bir şey diyeceğiz. İşte bütün bu karmakarışıklığın ve bir tam olmamanın verdiği ızdırabın sebebi bu… Aşure olmamız! Rica ederiz gülmeyin çünkü burada ciddi bir husustan dem vurmak üzereyiz.

 
Yaşadığımız alanlar her ne kadar genişler gibi görünse de daralıyor. Şöyle bir bakın içinde yaşadığınız dünyaya, ne göreceksiniz acaba? Birkaç tane farklı boyutlarda ekran, bir iki sevilen arkadaş, gittikçe büyüyen ama büyüdükçe küçülen alanlar… Şirinleri görebiliyor musunuz mesela? “Ormana gezmeye gittiğinizde etrafı dikkatle dinlerseniz, Gargamel’in çığlıklarını duyabilirsiniz ve iyi bir çocuk olursanız belki şirinleri bile görebilirsiniz.” Yaşamaya geldiğimiz bu yerde dünyayı ne kadar dinliyoruz peki? Aslında bütün mesele iyi ya da kötü çocuk olmakta değil, aslında mesele şirinleri görüp görememek de değil. Bütün mesele görmeyi umut ederken iyiye yaklaşmaya çalışmakta. Yani bütün mesele Aşure olmakta! Ne büsbütün bir şey ne eksik bir şey! Mesele Aşure gibi az az çok, çok çok az olabilmekte…

 
Peki bu neden böyle oluyor? Aşure olduğumuzu unutuyoruz da ondan! Peki aşureyi aşure yapan nedir? Tabi ki bir hikayeye sahip olması ve elbette içinde bulunan malzemeler… Bir de “sömestr” kelimesini “sömestir” olarak değiştiren sevimsiz TDK’nın tanımı var ortada, “Buğday, nohut vb. tanelerle kuru yemişlerin bir arada şekerle kaynatılmasıyla yapılan bir tatlı türü, alaca aş”. Bu tanımın sadece “Alaca Aş” tamlamasına katılıyoruz, iliştirmeden geçmeyelim.

 
Tanrının Aşure’si olduğumuza inanmamızın çok sağlam kanıtları var elimizde. İlk önce insan olarak yenilebilir özellikler gösteriyor oluşumuz bu kanıtların ilki. Beynimizi yiyenlerden yaşam enerjimizi emenlere kadar geniş bir beslenme zincirinin halkasına eklenerek yine kendi türümüzü doyuruyoruz. Sonrasında ise bu kadar komplike varlıklar olmamız, içimizde bulunan malzemeler, bu malzemelerin ne kadar çok, karışık ve alakasız oluşu…

 
Tanrının Aşure Tarifi: İnsan

 
Eee Tanrının Aşuresi bu… Bizimkine benzeyecek hali yok ya! Biz nohut koyarız, ceviz koyarız, kuru üzüm koyarız, nar serpiştiririz, şeker katarız, buğday atarız falan falan… Onun kattıklarına gelecek olursak,
*Bir tutam yıldız tozu
*Bir adet kara delik
*Birkaç gezegen
*Biraz su, biraz toprak, biraz nefes
*2 gr çocukluk, 5 gr yetişkinlik, 7 gr yaşlılık
*Kuşlardan kanat, yılanlardan zehir, tavşanlardan yumuşaklık, köpeklerden sadakat, kedilerden umursamazlık, tilkilerden kurnazlık, geyiklerden ürkeklik, tavus kuşlarından güzellik, pirelerden küçüklük, fillerden büyüklük…
*Ağaçlardan yeşillik, bahardan tazelik, sonbahardan ölüm, kıştan soğukluk, yazdan sıcaklık, yağmurdan hüzün, gökyüzünden neşe…

 
Şimdi geriye tek bir şey kalıyor, aşure olduğumuzu kabul ederek yolumuza devam etmek. Ağzımıza gelen o çirkin, güzel ya da kekremsi tatların içimizde olduğunu bilmek, dünyayı içimizdeki dünya ile tatmaya çalışmak. Ve lezzetli bir Aşure olmak için çabalamak.